27 Kasım 2012 Salı

Marseille Away

Bu deplasman çoğu Fenerbahçe'li gibi bizim için de grup kuraları çekildiğinde ve fikstür tam anlamıyla ortaya çıktığında başlamıştı aslında. Tüm tribün fikstür belirlendikten sonra ağız birliği etmiş gibi Marsilya deplasmanına bilenmişti. Kendi adımıza maça 2 ay kala Marsilya'da kalacak yer bakmaya ve vize evraklarını toplamaya başlamıştık. En büyük hayalimizde gitmeye yeltenen tüm arkadaşlarımızla birlikte orada olmaktı. Takdir edersiniz ki vize ve maddi konular büyük problem. Bu sebeple hiçbir arkadaşımızı geride bırakmak istemiyorduk. 1 ay öncesinde kalacak yerimiz ve uçak biletlerimiz hazırdı. Vize ve maç biletleri önümüzdeki tek engeldi. Sonunda 1-2 arkadaşımız haricinde hepimiz vizeleri çeşitli avrupa ülkerinden aldık, maç biletlerini edindik ve heyecanla 22 kasımı beklemeye başladık. Vizede, maddi konularda ve izin konusunda sorun yaşayan arkadaşlarımız için üzülsek de bir daha ki Avrupa deplasmanlarında daha kalabalık olma umuduyla yola koyulduk.

Vamos Bien olarak ilk tayfa maçtan birgün önce Lyon'a uçtu. Biz ise perşembe sabahı direkt Marsilya'ya uçacaktık. 21 kasım günü ilk giden tayfanın fotoğraf paylaşımları bizi iyice heyecanlandırdı. Okul Açık olarak herkes aynı uçakla Lyon'a uçmuştu. Okul açık kardeşliğini binlerce km uzakta görmek ve hissetmek çok güzel bir duyguydu.

1 hafta öncesinde bir arkadaşımızın evinde buluşarak deplasman için ilk boyaları beze vurmaya başladık. Kafamızda 2 adet pankart vardı ve bunları 2 gece sabahlayarak bitirdik. 21 kasım çarşamba günü Marsilya'ya gidecek Vamos Bien ikinci tayfa olarak bir arkadaşımızın evinde iş çıkışı toplandık ve uçuş saatimizi beklemeye başladık. Uçağımız 22 kasım sabahı 7:45'te Sabiha Gökçen'den kalkıyordu. Heyecandan kimimiz uyuyamadı, kimimiz birkaç saat uykuya daldı ve sabaha karşı 5 civarı önce hava alanına, oradan da Marsilya'ya yolculuğumuz başladı.

Uçağın, tahmin edildiği üzere, %90 Fenerbahçe taraftarıydı. Marsilya'ya yaklaştıkça heyecan artıyordu. Uçak yavaş yavaş bulutların arasından sıyrılıp alçak mertebede seyrini sürdürdüğü sırada aşağıda gördüğümüz her kara parçasını Marsilya sanıp, Velodrome stadını bulmaya çalışıyorduk:) Pek başarılı olduğumuz söylenemez çünkü stadı göremedik.

Marsilya'ya vardığımızda gümrükten sorunsuz geçtik. Yalnız hava alanının son derece bakımsız ve özensiz bir yer olduğunu söylemekte fayda var. Adamlar yere seramik bile döşememişler, şap betonun üzerinde yürüyerek ve küçük bir check-in alanını geçtikten sonra Marsilya'ya tam anlamıyla ayak bastık. İlk işimiz pankartlarımızla hava alanının önünde fotoğraf çektirmek oldu. Artık Kadıköy Ruhu tam anlamıyla Marsilya'daydı!



Bir otobüs bulup şehir merkezine ulaştık. İlk amacımız kiraladığımız eve yerleşip, maç kıyafetlerimizi giyip yemek yemekti. Akabinde de 2 civarı Vamos Bien'in Marsilya'ya Lyon'dan ulaşan tayfayla buluşup, maç öncesi toplanma yerine gitmekti. Otobüsten şehir merkezine yakın bir yerde indiğimizde hemen etrafı stickerlarla donatmaya başladık. Tabi ki bizden önce Marsilya'ya ulaşan Unifeb ve 1907 Gençlik stickerlarını görüp, yanlarına iliştirdik stickerlarımızı. Otobüs durağından kiraladığımız eve yaklaşık 10 dakikalık yürüme mesafesi vardı. Burayı yürürken şehirden aldığımız ilk izlenim buranın ''pis'' ve ''çirkin'' bir şehir olması ama aynı zamanda ''özel bir havasının'' olmasıydı. Avrupa'da çoğu liman şehrinin çok fazla sayıda göçmen barındırdığı ve uzun yıllardır bir yaşanmışlığa sahip olduğu düşünülürse böyle olması da normaldi. Kum rengi ,yıkık dökük harabe binalar, binalar üzerinde grafiti ve yazılamalar her yerde göze çarpıyordu. Ayrıca şehrin çok da ''tekin'' olmadığı anlaşılıyordu. Kiraladığımız evin yer aldığı caddeye geldiğimizde burayı Tarlabaşı'na benzettik:)Varın gerisini siz düşünün. Ayrıca evin çevresinde birçok ticarethane Arapların elindeydi. Her yerde Arap müziklerini duyuyorduk.

Kiraladığımız evin bulunduğu binanın kocaman, son derece ağır, bu sebeple de açmak için biraz efor sarfetmeniz gereken kapısını araladık ve eski-püskü binanın dar merdivenlerini tırmanarak en üst kata ulaştık. Evi uzun uzun anlatmicam, çünkü konumuz bu değil ancak muhteşem bir ev olduğunu söylemeden de edemeyeceğim. Mimar ev sahibimiz Benjamin'in her şeyi kendi eliyle yaptığı, yüksek tavanlı, asma katlı, deniz manzarası bulunan, tavanında ise 6 kişinin yatabileceği hamağın bulunduğu son derece konsept rengarenk bir evdi.

Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra atkılarımızı ve kapşonlarımızı takıp şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Bu arada gördüğümüz ilk büfede ''halal burger'' yedik. Şehir merkezi biraz daha modern idi. Yolun ortasından geçen tramvay, dönme dolap, tursitik mağazalar ve eski liman dedikleri bölge. Eski limana vardığımızda her tarafın sarı-laci olduğunu gördük. Mekanlarda alkol tüketen Fenerbahçelilerle selamlaşırken Vamos Bien diğer tafyayı gördük. Kucaklaşmalar ve izlenimlerin paylaşılmasından sonra bira içmeye ve toplanma yerine gitmek için vakit öldürmeye başladık. Bu sırada Gfb Europe yaklaşık 10 otobüsle önümüzde geçti.





Eski limandan, buluşma yeri olan plaja yürümeye başladığımızda aslında en fazla yarım saat yürüyeceğimizi düşünüyorduk. Ama inanın o yol bitmedi. Yaklaşık 1,5 saat yürüdük ve İzmir Kordon'a çok benzeyen toplanma yerine ulaştık. Tüm gruplar buradaydı. Meşaleler yandı, tezahüratlar başladı ve havanın kararması beklendi. Saat 6 civarı toplanma noktasından yürüyüşe başladı kortej. Polis plajın bitiminde ana yolun kenarında trafiği kesmiş bizi bekliyordu. Meşaleler yandı, Marsilya yandı ve yürüyüş başladı. Sanırım 1 saat civarı yürüdük stada kadar. Yol üzerinde polisle veya Marsilya taraftarıyla herhangi bir olay çıkmadı. Çünkü hiç Marsilya taraftarı göremedik. Sadece olan park halindeki arabalara oldu:)

                                      




Stadın çevresine geldiğimizde ilk önce polisin bilet kontrolü yaptığı bir noktaya geldik. Buradan en önlerde geçtikten sonra arkada arbede çıktı. Polis ile ufak süreli bir tartışma yaşandı. Polislerin hemen coplarını çektiğine ancak taraftara vurmadıklarına ve biber gazı kullanmadıklarına şahit olduk. Tabi ki bilet kontrolü tam anlamıyla yapılamadı. Deplasmana gelen Fener tribünü yine dişini gösterdi.


Bilet kontrolünün ardından kapalı spor salonu gibi bir alanda üst araması başladı. Bu sırada Marsilya spor büro da oradaydı. Mavi eşortmanlı, saydam gözlüklü, ağzında sakız olan atletik abiler. Üst arama sırasında da arbede çıktı. Polislerden tartaklananlar oldu. Ayrıca uzakta olduğumdan tam anlayamadığım bu mavi eşortmanlı abilerle Fener taraftarı arasında da 10-15 dakika süren bir arbede çıktı. Polislerin kaba etimize, üreme organımıza kadar yaptıkları arama sonucunda içeri girdik. Neden meşale yanmadı içeride? derseniz cevabım budur. Adamlar bir kişiyi 5 dakika aradılar. Pankart kontrolleri de bu noktada oldu ve içeri girdik. Stad dev bir şantiye alanı gibiydi. Deplasman tribünü için ayrılmış kısım maraton tribünün sağ köşesi, Fanatics ve Yankee gruplarının bulunduğu kale arkasının hemen yanıydı. Maratonun diğer bölümleri ise boştu ve arada kapılar ve teller ile sınır çizilmişti. Tabi ki Fener tribünü buraya sığmadı, taştı ve sonunda tüm kapılar açıldı, tüm maraton Fener tribünüydü! Maratonda yer alan tüm set el yapımı pankartlarla donatıldı. Pankartları asmada hiç bir sorun yaşamadık. Hatta asarken saha içine girdim daha rahat asabilmek için. Gördüğüm pankartlar arasında en iyileri GFB Europe'un MİYAGİSAN pankartı ve kendimiz yaptı diye söylemiyorum ama KADIKÖY SOUL idi:)




Maç öncesi South Winners ve Commandos Ultras'ın bulunduğu kale arkasında dalgalanan Yunan bayrağı ve Yunanca bir pankart bizim tribünleri harekete geçirdi. Neredeyse tüm tribün o kale arkasına koştu. Kırılan koltuklar karşı tarafa atılmaya başladı. Özel güvenlik görevliler oraya yığıldı ve Yunanistan bayrağı ve Yunanca pankart indirildi.

Ayrıca karşı tribünde (bizim stadı düşünürseniz Fenerium tribünü) hatırı sayılır sayıda Fenerbahçe taraftarı bulunmaktaydı. Bunun nedenini ben anlayamadım şahsen. Devre arasında önce Fanatics grubu kale arkasından bizim karşı tribünümüzde bulunan taraftarlarımıza doğru hareketlendi. Kapılar zorlandı, koltuklar havada uçuştu. Fener taraftarı da geri adım atmadı. Olaylar sonucunda mavi eşortmanlı abiler ve polis direkt oraya yığıldı. Tam oradaki olaylar yatıştı derken bu defa ters tarafta South Winners ve Commandos Ultras gruplarının bulunduğu kısım kapıları zorladı ve açmayı başardılar. O anlarda Fener tribünü ile Marsilya tribünü arasında gördüğüm kadarıyla sıcak temas yaşandı. Olaylar büyümeden mavi eşortmanlı abiler bu defa oraya koşarak olayları yatıştırdı. Aslında Marsilya tribünü kısa yoldan direkt bizim bulunduğumuz maraton tribününe saldırmaya çalışsa bence maç oynanmazdı:)Çünkü bizim tribündeki kitleyi yapılan bir saldırıda yatıştırabilecek polis teşkilatı tanımıyorum:)Fransızlar da bundan korkmuş olacak ki ikinci yarı başlarken tribünün önüne polis yığıldı. Biz alışkındık. Yine polisler tarafından ablukaya alınmıştık. Tek üzüldüğüm nokta polislerin pankartların  önünde durmalarıydı:)

İkinci yarıda karşı tribünde açılan pankart ve bayraklar yeniden olayların çıkmasına neden oldu. Bu sefer olay Fener taraftarı-Marsilya taraftarı arasında değil, politik sebeplerden dolayıydı. Olaylar yine yatıştırıldı ve maç sonu yaklaştı. Bekir'in şık golüyle galibiyeti aldık. Binlerce km ötede bir deplasmanda, Marsilya gibi bir takıma karşı hem de Velodrome gibi efsane bir stadda alınmış galibiyet gibisi yoktu!


Maç içinde Fener tribünü olarak verimli bir gün geçirmediğimizi söyleyebilirim. Bunun tabi birçok nedeni vardı. Öncelikle maraton tribünün geniş bir alana yayılması, iletişim sorunu ve 4 bir yanımızın açık olmasından dolayı sesin sahadan çok dışarıya gitmesi sayılabilir. Ayrıca uzun yürüyüşün ve yolculukların vermiş olduğu yorgunluk da cabası. Bir de tabi ki tezahüratların çok hızlı söylenmesi. Bir türlü yavaşlayamadı tribün! Doğru düzgün hep bir ağızdan söylenen tek tezahürat 88. dakikada ''napardım bilmem'' oldu.

Marsiya tribünün ise zayıfladığı ortada. Açıkcası tek bildiğim polisle ve yönetimle olan sorunları. Onun dışında neler yaşadıklarını ve neden bu kadar gerilediklerini bilmiyorum. Ancak South Winners ve Commandos Ultras'ın bulunduğu kale arkasındaki bayrakların ve pankartların şahane olduğun söyleyebilirim. Maç boyunca çoğunlukla karşılıklı tezahürat yaptı iki kale arkası. Sesleri hatırı sayılır şekilde duyuldu. Ayrıca maç öncesi kendi müziklerini yapan Bob Marley tayfaya da selam olsun. Bu tayfa maç içinde de bayraklarla ufak çaplı Jamaika bayrağı koreosu gerçekleştirdi.

Maç sonu ise 30-45 dakika bekletildikten sonra kapılar açıldı. Biz fotoğraf çektirirken çoğunluk gitmiş olacak ki dışarı çıktığımızda dönmeye hazırlanan GFB Europe otobüsleri dışında kimseyi görmedik. Polislerden metronun nerede olduğunu öğrenip yürümeye başladık. 10 kişiydik, ortam da Marsilya taraftarının bizi kesmesi için son derece müsaitti:)Ancak öyle birşey olmadı. Herkes evine dağılmıştı anlaşılan. Metronun kapalı olduğunu gördük. Otobüs de geçmiyordu ve taksi aramaya başladık. O sırada yoldan geçen bir otobüsü ''zorla'' durdurduk. Bindiğimizde şoför bizden para bile istemedi:)İçeride de muhtemelen mesaisi yeni bitmiş siyahi işçi bir abimiz vardı. Bu sırada Haluk abinin koştuğunu görüp ondan kaçan bir kaç tane Marsilya taraftarı oldu:) Akabinde Haluk abi otobüse atladı ve şoföre ''kapıları kapat yola devam'' dedi. Evet türkçe:) Yola çıkmışken çok ilerlemeden el eden Fenerliler gördük ve otobüsü yine durdukduk. Ultras Fener tayfasıydı. Onların da katılımıyla merkeze doğru tezahüratlar eşliğinde gitmeye başladık. O sırada inmek üzere olan siyahi abimiz tezahüratlara katılmaya çalışınca Ultras Fener atkısını boynunda hediye olarak buldu. En güzeLi ise indikten sonra otobüse dönerek atkıyı öpmesiydi!

Maçtan sonraki gün çok yorulmuş olacağız ki geç uyandık. Uyandığımızda Vamos Bien'in otelde kalan tayfasının telefonuyla adliyenin yolunu tuttuk. Maç günü arama sırasında meşale ile yakalanan bir arkadaşımız mahkemeye çıkmıştı. Biz vardığımızda mahkeme bitmiş sonucu bekleniyordu. Sonunda arkadaşımız içeriden çıktı. Cezası ise 2 yıl Fransa'da maçlara giremeyecek olmasıydı. Sanırım Fener tribünün kaderi bu. Marsilya'da bile adliye önünde EBOÇ diye bağırdık:)

Diğer 2 günümüzde Marsilya'da turist olduk. Bu izlenimlerden kısaca bahsedicek olursam; Marsilya hiç turistik bir şehir değil. Kimse İngilizce bilmiyor. Gece hayatı yazıyla ve rakamla SIFIR!Hava karardıktan sonra sokaklar bomboş. Yemek olarak sadece deniz ürünleri yenilebilir. Onların da şahane olduğu söylenemez. 4 gün aç kalmasak da hiç güzel yemekler yiyemedik.

Artık önümüzde grupların ardından gelecek takımla şubat ayında oynanacak deplasman var. Umarım oraya daha kalabalık gidebiliriz ve umarım yolun sonu Amsterdam'a kadar gider!Vamos Fener, Vamos Ultras, Vamos Bien!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder